Zulüm
Rejimlerine Esir Olmuş Halklar
17 Nisan Filistin'de her yıl
"esirler günü" olarak ihya ediliyor. Bu münasebetle biz de bu ayki
yazımızda genelde İslâm dünyasında, özelde bu meseleyi kesintisiz bir şekilde
yaşayan Filistin'de esaret konusundan özetle söz etmek istedik.
Zulüm rejimleri aslında halkların
topluca esaret altına alınmalarına yol açıyor. Çünkü bu rejimler halkları inançlarına ve değerlerine göre yaşamaktan,
haklarına sahip çıkma imkânlarından yoksun bırakıyor. Adaletin icra edilmediği
bir ortamda hakların güvence altına alındığı söylenemez. Dolayısıyla hakları
güvence altına alınamayan insanlar hâkim sistemlerin, bu sistemlerin başına
geçen diktatörlerin köleleri durumuna düşürüldüklerinden izzet ve onurları çiğneniyor.
O yüzden hapishane dışında yaşadıkları dönemlerde de beşerî haklarından ve
özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları için esaret altına sokulmuş oluyorlar.
Müslüman toplumların birlik ve
izzetlerini temsil eden otoritelerini kaybetmelerinden sonra uluslararası
emperyalizmin güdümüyle iş başına gelen dikta yönetimleri bu toplumların siyasi
esaret altına sokulmalarına neden oldu. Bu esaret gerçeğini iyi anlayabilirsek
bugün Arap toplumlarında dikta rejimlerine başkaldıran halkları buna yönelten
etkenleri de keşfedebiliriz. Ama halkların siyasi yönden esaretini
anlayamayanlar, arka planda ABD'yi, İsrail'i ve diğer uluslararası güçleri
arama ihtiyacı duyuyorlar. Oysa bu güçlerin çıkar hesapları halkların özgürlük
mücadeleleriyle değil dikta rejimlerinin politikalarıyla örtüşüyor.
İşgalin
Getirdiği Esaret
Halkların topluca esir edilmesine yol
açan bir başka vakıa işgaldir. Aslında dikta rejimleriyle işgal rejimleri
arasındaki fark birinde tahakkümün iç diğerinde dış güçler tarafından
gerçekleştirilmesidir. Hüküm sürdükleri toprakların asıl sahipleri ise her
ikisinde de meşru haklarından ve özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarından
esaret altına sokuluyorlar. Zaten İslâm dünyasında bir dönem halkları topluca
esaret altına sokma uygulaması tamamen işgal güçleri tarafından yürütülüyordu.
Ancak daha sonra bu halkların işgallere başkaldırmaları ve işgallerin de
sömürgeci güçlerin sırtına yük olmaya başlaması üzerine kendi askerlerini
çekerek kontrolü yerli işbirlikçi güçler vasıtasıyla sağlama amaçlı oyunlara
başvurmaya başladılar. Yerel dikta rejimleri de onların destek ve yardımlarıyla
şekil aldı.
Ama bugün halâ İslâm coğrafyasının
birçok bölgesinde bilfiil işgal sürüyor. Bunların bazılarında işgal tamamen
Müslüman halklara ait topraklarda gayri meşru hâkimiyet kurulmasıyla,
bazılarında da civardaki herhangi bir ülkenin İslam beldesini gasp etmesi
suretiyle yürütülüyor. Örneğin Filistin'de İslam toprağı tamamen dışarıdan
gelen işgalcilerin kurduğu gayri meşru sultanın hakimiyeti altına girmiş,
Patani, Arakan, Keşmir gibi beldelerde de İslâm toprağı civar ülkeler
tarafından işgal edilmiştir. Bu şekilde toprakları işgal edilen Müslüman
halklar kontrolü ele geçiren ülkelerde azınlık durumuna düşüyorlar. Bazıları da
kendilerine hiç vatandaşlık hakkı bile verilmediğinden kendi öz yurtlarında
vatansız durumuna düşebiliyorlar.
Esaretin
Filistin Boyutu
Kendi öz vatanlarında topluca esir
durumuna düşen halkların başında Filistin halkı gelir. Filistin toprakları
üzerindeki siyonist saltanat tamamen gayrimeşru gasba dayandığından, işgal
hadisesi bir ülkenin başka bir ülkeyi ele geçirmesi suretiyle değil tamamen
göçmen bir topluluğun uluslararası emperyalizmin yardım ve destekleriyle
kurduğu hâkimiyetle gerçekleşti.
Fakat Filistin'deki esirlik, sadece
işgal yoluyla bütün bir halkın özgürlüğünün elinden alınmasından kaynaklanan
toplu esaret sorunundan ibaret değildir. Aynı zamanda bu topraklarda yaşamak ve
haklarına sahip çıkmak isteyen insanlar işgal güçleri tarafından zindanlara
veya esir kamplarına doldurularak çeşitli şekillerde kötü muamelelere ve
işkencelere maruz bırakılıyorlar.
İstatistiklere göre Filistin
topraklarında yaşayanların toplamda yüzde yirmisi, çocukluk yaşını geçmiş
olanların ise üçte biri işgal devletinin zindanlarına en az bir kere girmiş
çıkmıştır. Bu da ortalama her aileden iki kişinin işgal zindanlarına girmiş
olması anlamına geliyor. Çocuklar arasında oran düşük olsa da onlar arasında da
zindanlara girip çıkmış birçok kişi var.
İşgal devletinin yasaları Filistinli
tutsaklara işkence yapılmasına izin veriyor. Dünyada işkenceyi yasalaştıran bir
başka devlet yönetimi olduğunu da sanmıyoruz.
Siyonist işgalin Filistinlilere mahsus
bir diğer uygulaması "idarî hapis"tir. Bu, bir Filistinlinin hakkında
herhangi bir dava açılmaksızın, mahkeme dosyası düzenlenmeksizin tek kararla
altı ay süreyle hapse atılması anlamına geliyor. Süre bitiminde savcı uzatma
kararı verebiliyor ve bu kararı on kere tekrar edebiliyor. İdarî hapis
uygulamasıyla binlerce Filistinli haklarında hiçbir dava açılmadan mahkemelerde
tutulmuştur ve hâlen de zindanda tutulanların birçoğu idarî hapis uygulamasına
tabi tutulanlardır.
Savcılara böyle bir yetki verilmesinin
amacı ise işgal mahkemelerini Filistinliler aleyhine açılacak dava dosyalarıyla
ve sorgulama işlemleriyle uğraştırmamak. Eğer mahkemeler Filistinliler aleyhine
açılan dava dosyalarına bakmak zorunda kalsaydı hâlen Filistin topraklarında
yaşayanların yüzde yirmisine tekabül edecek sayıda insan hakkında açılmış dava
dosyalarıyla ilgilenmeye nasıl fırsat bulabileceklerdi?
Daha önce Filistinli tutsaklar hakkında
ayrıntılı bilgiler içeren dosyalarımız yayınlandığından burada fazla ayrıntıya
girmeye gerek görmüyoruz. Bu dosyalar kişisel web sitemizde
(www.vahdet.info.tr) mevcuttur.
Mısır'da Karşı Devrimin
Unsurları
Mısır'da halkın İslâmi kimlikten yana
tavır sergilemesinden ve İslâmî hareketin temsilcilerini desteklemesinden
rahatsız olan fitne unsurları ve Firavun rejimi kalıntıları ülkede bir
"karşı devrim" süreci yürütüyorlar. Bu süreçte etkin rol oynayan
unsurları tanımakta yarar var.
Siyasileşen
Yargı
Karşı devrim politikalarını hayata
geçirmeye çalışan unsurların başında yargı mekanizması geliyor. Bu mekanizmada
hâlen görev yapanların çoğunluğunu Firavun rejimi kalıntılarının veya
İslâmîleşme sürecinden ciddi şekilde rahatsız olanların oluşturması sebebiyle
yargı büyük ölçüde siyasileşmiş durumdadır. O yüzden Tanta Şirketi'nin satışını
durduran mahkeme kararını uygulamadığı gerekçesiyle Başbakan Hişam Kandil'i
görevinden azlettiği gibi bir yıl hapis iki bin cuneyh para cezasına
çarptırırken, Tahrir Meydanı'na çıkan gençlerin öldürülmesinden sorumlu tutulan
ve aynı zamanda hakkında yolsuzluk davaları açılmış olan eski diktatör Hüsni
Mübarek'in serbest bırakılmasına ve tutuksuz yargılamaya tabi tutulmasına karar
veriyor.
Yargı organlarının bu uygulamalarından,
tamamen siyasileşmesinden ve halkın seçimiyle iş başına gelen siyasi yönetime
karşı savaş açmasından rahatsız olan halk da tepkisini dile getirmek amacıyla
meydanlara çıktı. Bu amaçla 19 Nisan 2012 Cuma günü daha önce devrim sürecinde
olduğu gibi bir eylem günü ilan edildi ve "Yargının Arındırılması
Cuma'sı" olarak adlandırıldı. Halkın tepkisinden rahatsız olan fitne
güçlerinin beslediği paralı çetelerin göstericilere saldırması üzerine de bazı
çatışmalar yaşandı.
Karşı
Devrimin Sermaye Cephesi
Karşı devrim sürecinin ikinci önemli
unsurunu laik zihniyette ve dış güçlerle işbirliği içinde olan sermaye kesimi
oluşturuyor. BAE ve Suudi Arabistan'dan da para desteği alan bu kişilerin
ülkedeki işsiz ve İslâmi bilinçten yoksun kişileri örgütleyip ellerine para
vererek devreye soktuklarını ve onlar vasıtasıyla ortalığı karıştırdıklarını
ortaya koyan çok güçlü bilgi ve delillere ulaşıldı. Hatta önce cumhurbaşkanlığı
sarayının, meclis binasının ve değişik hükûmet kurumlarının kapılarına
dayanarak terör estiren ve kendilerini "black block" olarak
isimlendiren çete mensuplarının paralarını alamadıkları zaman da kendilerini
organize eden laik zihniyetli sermayedarların kapılarına dayandıkları birçok kez
gözlendi.
Medyanın
Karalama Kampanyaları
Karşı devrim sürecinin en önemli
cephesini ise medya oluşturuyor. Çünkü Firavun rejimi döneminde ülkedeki medya
hâkim sistem tarafından besleniyor ve kullanılıyordu. Dolayısıyla medya
alanındaki imkânlar da sistemin destekçilerine dağıtıldığı için sahayı onlar
kapmıştı. Ama şimdi yavaş yavaş sahayı kaybetme endişesi içinde olduklarından
halkın desteğiyle iş başına gelen siyasi gücün altını oymak için ellerindeki
bütün imkânları kullanıyorlar. O yüzden şimdi Mısır'daki medya mevcut yönetimi
yıpratabilmek için aynen Türkiye'de 28 Şubat sürecinde cuntacı medyanın
yürüttüğü şekilde ve belki ondan çok daha ileri düzeyde antipropaganda
faaliyeti yürütüyor. Sürekli yalan haberlerle, halkı telaşlandırmayı amaçlayan
iddialarla ve daha başka araçlarla siyasi otoriteyi yıpratmaya çalışıyorlar.
Mısır'daki medya organlarının bir diğer
özelliği de siyonist işgalle ilişki ve işbirliği içinde olmalarıdır. Dikta
döneminde de işgalci siyonistlerle doğrudan ilişki ve işbirliği içinde olan birçok
gazetecinin Mısır medyasında görev yaptığı biliniyordu. Ülkede siyasi iradenin
değişmesinden sonra gazetecilerin resmi kurumlardan beslenmesini sağlayan
hortumların kopması üzerine işgalcilerin hortumlarına ihtiyaç miktarında artış
oldu. Siyonist işgal Mısır'daki siyasi değişimden memnun olmadığından karşı
devrimin en önemli unsurları arasında yer alan medyayla bağlantısını
güçlendirmek için bu ihtiyacı çok iyi değerlendirdi. O yüzden son dönemde
mevcut siyasi yönetimi yıpratma kampanyalarında özellikle bu yönetimin
Filistin'deki İslâmî hareketle ilişkilerini hedef alan yalan ve iftiralara çok
daha fazla yer verildiği görülüyor.
Emniyet
ve İstihbarat Hâlâ Diktatöre Çalışıyor
Karşı devrimin temel direklerinden biri
de yine Firavun rejimi döneminden kalma emniyet ve istihbarat teşkilatlarıdır.
Bu teşkilatların özellikle fitne çetelerinin çıkardığı olaylarda sergiledikleri
tavır art niyetli olduklarını gözler önüne seriyor. Örneğin söz konusu
çetelerin cumhurbaşkanlığı sarayına dayanıp kapıyı kırdıkları, resmî binaları
yaktıkları, İslâmî oluşumların merkezlerini hedef alan saldırılar
düzenledikleri zaman söze gelir bir müdahalede bulunmazken, sivil göstericilere
karşı normalde siyasi yetkililerin onaylamadığı türden çirkin saldırılar
düzenleyerek bu saldırıları yönetime mal etmeye çalışıyorlar. Onların bu çirkin
saldırıları dikta kalıntısı medya organları tarafından da siyasi yönetimi
yıpratma amacıyla etkin bir şekilde kullanıldığı için ister istemez halk
nazarında yönetimin imajına zarar veriyor.
Kiliseyi
Siyasete Alet Eden Kıptî Papazı
Karşı devrimin ana unsurlarından biri
de Kıptî kilisesidir. Bu kilisenin yürütülen karşıt savaşta bilfiil yer alırken
kullandığı gerekçe ise ülkede şeriat düzenine geçilmesi durumunda hıristiyan
azınlığın haklarından yoksun kalacağı ve mağdur edileceği iddiası. Oysa
hıristiyanların azınlık oldukları ülkelerde haklarını en iyi koruyan hukuk
nizamının İslâm'ın şer'î nizamı olduğu tarihî gerçeklerden de biliniyor. Hal
böyle olmakla birlikte işin en ilginç yanı ise Kıpti kilisesinin, ülkedeki
nüfûsun yüzde yirmisinden daha az bir kısmını oluşturan Ortodoks
hıristiyanların, Müslüman çoğunluğun inanç ve değerlerine tamamen aykırı laik
ve Batı temelli hukuk sistemini dayatma hakkına sahip olmalarını isterken
nüfûsun yüzde seksenini oluşturan Müslüman halkın kendi şer'î nizamını uygulama
hakkının olamayacağını ileri sürmesi. Üstelik kilise yetkilileri laikliğin
Mısır halkına dikta döneminde bile devlet nizamı olarak dayatılamadığını, o
yüzden şer'î hukukun fiiliyatta uygulanmamasına rağmen diktatörün devlet
nizamını "laik" olarak tanımlamaktan da çekindiğini çok iyi
biliyorlar. Aslında kilisenin derdi ülkedeki hıristiyan azınlığın haksızlığa
uğratılacağı korkusu değil. İslâmî hareketin önünü kesme amacıyla başlatılan karşı
devrim sürecinde aktif rol almak için böyle bir iddiadan yararlanmaya
çalışıyor.
Halk
Devrim Sürecinde Kararlıdır
Mısır'da bugün bütün bu sıkıntıların
yaşanmasının ve bir karşı devrim süreci başlatılabilmesinin sebebi rejimin başındaki diktatörün düşürülmesine
rağmen kurumlarının henüz çökertilememiş olmasıdır. Libya'da öyle olmamış,
diktatörle birlikte onun kurmuş olduğu çete düzeni de devrilmişti. Libya'nın da
kendine özel bazı sıkıntıları ve zorlukları olsa da dikta rejiminin resmî
kurumlar içindeki yapılanmasından kaynaklanan engellerin aşıldığı söylenebilir.
Mısır'da diktatöre karşı kararlılıkla
direnen halk bugün her ne kadar onun kalıntılarından kaynaklanan sıkıntılarla
boğuşmak zorunda ise de bu unsurlara boyun eğmeyeceğini ve devrim sürecini
sürdürmeye devam edeceğini ümit ediyoruz.